The Dears - We Can Have It



Günlerden bir gün ben yine yerin dibinde yirmi bin fersah adlı romanın içinde geziniyorum. Figüran bile değilim ama aslında bana o zamanlar romanın baş karakteriymişim gibi geliyor. O kadar çok canım acıyor ki nereye gömülsem insanlar güzel bir manzaraya görür beni ziyaret ettiğinde diye mezar yerlerinden mezar yerleri beğeniyorum. Haftalar boyu bu vaziyette, üzerime daha gömülmeden serpilen ölü toprağıyla gezinmişken, o gün kendimi ilk defa nefes alırken hissettim. Canlı olduğumu fark ettiğim o an hemen telefonlara saldırıp birileriyle dışarda buluşmak biraz içip dağılmış olan kafamı iyice dağıtma niyetindeydim ki imdadıma arkadaşım S. yetişmişti.

Tam üzerime bir şeyler giyinmiş, makyajımı yapmış çıkacakken, o sıralarda last.fm'den tanıdığım birii, benim o sırada bloguma yazdığım yerin dibinden inciler serisi yazılarımı takip etmiş olacak ki, sağolsun o halime uygun bir şarkı yollamak istemiş. Ben de çıkmadan indirip dinleyeyim dedim; keşke demeseymişim.

Şarkıyı başından sonuna ilk kez dinlediğimde o birkaç dakikada geçirdiğim dönüşümü anlatsam, Kafka'ya Dönüşüm 2 adında başka bir kitap yazdırırım ondan korkuyorum. İroninin en büyüğünü sözleri ve adının birbiriyle olan uyumsuzluğuyla yaratan bu şarkı öyle bir şarkıdır ki, beni oturduğum yerden alıp, daha fazla inemeyeceğimi düşündüğüm yerin dibinden alıp dünyanın merkezine götürmüştü o zaman. Şimdi bunu abarttığımı düşünüyorsanız çok feci yanılıyorsunuz. Daha ilk andan içimde kendi özerk cumhuriyetini kuran bu şarkı, sözleriyle kendi marşını ve yönetim şeklini belirledi sağolsun. Bir gitmeden dinleyeyim dediğim o şarkıyı o Aralık öğleden sonrası akşama doğrusunda 20 küsür kez dinledim üstüste. Telefonları açmadım, insanları paniğe sürükledim. Açsam daha çok panik olcaklardı biliyordum ama.

Şimdi şarkının adına bakıp karar vermemek lazım diyorum zira o kadar sağ gösterip sol vuran bir şarkı ki bu, "we can have it" diye sizi kandırıp orta parmağını kaldırıyor insanın yüzüne yüzüne. Sözlerini tek tek bir silahın içine yerleştirip sıksanız ancak bu kadar can yakabilirdi dedirtecek kadar güçlü bir etkisi var. Bir rüyadan başlıyor ve her şeyin en kötüsünün rüyayı kabusa dönüştürdüğü o andan yola çıkıyoruz, her şeyi kaybettiğimiz o yerlere doğru ilerliyoruz. En çok istediklerimizin bulunabilecek hiçbir yerde olmadığı olabildiğince "numb" bir ses tonuyla içimize işleniyor. "It's simply nowhere to be found" diyor hatta ikna olmadığımız anlarda. Hem yalnız değilsin diyor, hem de etrafında bu arayışta olan salak çok diyor. "Bana hiç seni tekrar göreceğim demedin" diyor. Daha ne desin.

Sonra o hissiz ses "Hiçbir zaman istediğimiz olmayacak" cümlesini dikte edercesine kafamıza kafamıza çekiçle vuruyor. O ses yetmiyormuş gibi "hiçbirzamanistediğimizolmayacak" korosu devreye giriyor. Hakkaten yalnız değilmişim diyor rahatlıyorsunuz ama yalnız insanların arasında yalnız olmadığını hissetmek kadar abuk bir şey var mıdır sorarım size.

Zaman geçti ben bu şarkıyı koma halinde dinlemekten vazgeçtim. Şimdi o zaman dinlediğimde o hissizliğine sinir olduğum o ses haline geldim ve bunu gayet duyarsızca halka açık alanda söyleyecek konuma geldim. Hissizlik konusunda nirvanaya ulaştığım söylenebilir ama bu şarkı hala "aşağılık şarkılar" adlı etiketimde bir numaraya oynar. Ha bir de bu şarkı kahin gibidir demedi demeyin. Mesela bana hiç seni tekrar göreceğim demedin, görmedin, görmedim, görmeyeceğim. Sözünün eri olan insanlara saygım sonsuz, sevgim hiç.

4 dinleyen:

canevrim dedi ki...

her saniyesinde acı çekiyorum

pudra dedi ki...

ben hissettiklerimin cümleye dönüşmüş halini bir kitapta bulmuştum geçenlerde. yalnız değilmişim diyerek pek sevinmiştim.
bazı konularda ya da bazı acılarda yalnız olmamak o şeklini sadece senin yaşamadığını görmek oh başkaları da acı çekiyormuş farkındalığını bahşediyor bünyeye.kısmen de başkasının acısı ile mutlu olmayı sağlıyor.

schadenfreude.

eryanzo dedi ki...

maybe the dingo ate your baby

canevrim dedi ki...

hissettiklerinin cümleye dönüşmüş halini merak ediyorum